T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
İSTANBUL / KADIKÖY - Hayrullah Kefoğlu Anadolu Lisesi

Yaratıcı Çocuklar Derneği Hikaye Yarışmasında Birincilik Ödülü Aldık!

Yaratıcı Çocuklar Derneği'nin düzenlemiş olduğu "Doğa ve İnsan" konulu öykü yarışmasında;
Okulumuz öğrencilerinden 10/E sınıfı öğrencisi İkra Selenay YILMAZ 9. ve 10. sınıflar arasında Birincilik Ödülü almıştır. Öğrencimizi ve emeği geçen Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenimiz Çiğdem CAN GÜRSOY ' u tebrik ediyoruz.

DOĞA SİZİ AFFETMEZ


   Sonbahar İstanbul'a yeni yeni geliyordu. Gökyüzü hiç olmadığı kadar gri, cadde oldukça sessizdi. Yavaş yavaş camıma vuran yağmur damlaları, turuncu ve sarı kurumuş yaprakların hışırtıları içime tatlı bir huzur veriyordu.

   Masamda Zülfü Livaneli'nin Son Ada kitabı, bir yandan kahvemi içiyorum, arkadan hafif hafif çalan bir müzik. Bu güzel ortamı bölen annemin biraz tedirgin ama yine de neşeli sesi oldu. Annemin sesini duyana kadar son günlerde yaşadığım olayları unutmuştum. Annem:

- Selinciğim! Eda geldi, seninle görüşmek istiyor, dedi.

   Yanlış anlamıyordum, evet, Eda gelmişti. Onca yaşanan olaya rağmen gelmişti. Birkaç saniye durakladıktan sonra yaşananları yok sayıp aşağı inmeye karar verdim.

   Salonda annem ve Eda bana bakıyordu. Ölüm sessizliğine benzeyen bu sessizlik benim konuşmamla bozuldu.

-Hoş geldin! Dedim camın kenarındaki koltuğa doğru ilerlerken.

-"Aramızda yaşananları açıklamak ve asıl babam adına özür dilemek için geldim." dedi. Eda'nın sesi titrekti ama bir yandan da kendinden emin görünüyordu. Aklım hala bu olanları almıyordu.

   Eda ile biz çocukluk arkadaşıydık. Evlerinin bahçesinde çilek yetiştirir, o güzel çimleri sırayla biçerdik. Bu anlar bizim için büyük bir eğlenceye dönüşürdü. Sokak hayvanları için her kış yuva yapar, su ve yemeklerini eksik etmemek için her gün kontrol ederdik. Hayatımız iki kız kardeş gibi geçiyordu, yıllar böyle geçti ve biz 20 yaşımıza geldik. Üniversite hayatımız çocukluğumuzda öğrendiğimiz doğa sevisini savunmak zorunda kaldığımız o güne kadar oldukça normaldi aslında. Yaşanan olumsuzluklara-ağaç katliamlarına- tepki göstermek için "Daha Çok Ağaç" adlı bir protesto düzenlemeye karar vermiştik. Ta ki o güne kadar.

   Bundan bir ay önce "Daha Çok Ağaç" adlı protestonun son hazırlıklarını yapıyorduk. Posterler, afişler, pankartların hepsini hazırlayıp gönül rahatlığıyla ertesi günü beklemeye başladık.

   Akşam Levent amca-Eda'nın babası- yapacağımız protestoyu öğrenmiş. Levent amca mühendisti, ama sadece kendi çıkarlarını düşünen doğayı yok sayabilen, en güzel doğal alanlara yasak olmasına rağmen bir yolunu bulup oteller yapabilen, projeleri için ağaç kesilmesi gerektiğinde bunu önemsemeyen bir adamdı. Ertesi sabah –protesto günü- deli gibi çalan telefonumun sesi ile gözlerimi açtım. Arayan Eda'ydı. Ağlamaktan harap olmuş, kısılmış bir sesle:

-Selin! Her şey mahvoldu, dedi. Uyku sersemliği ile önce anlattıklarını kavrayamadım. Eda hem ağlıyor hem de anlatmaya devam ediyordu.

-Babam. Babam tüm hazırlıklarımızı çöpe atmış. Daha da kötüsü düzenleyeceğimiz protestonun iptal edilmesini sağlamış.

   Duyduklarım karşısında bir anda ne diyeceğimi bilemedim önce, bir yandan da ağlıyordum. Tek diyebildiğim:

-Levent amca, bunu bize nasıl yapar, oldu. O an Eda'dan hiç beklemediğim bir cevap geldi.

-Babam hakkında düzgün konuş! dedi. Kalbimdeki sızı ve öfke beni öldürecek gibiydi. Telefonu kapatır kapatmaz hıçkırarak ağlamaya başladım. Nasıl böyle bir şey yapabilirdi. Doğayı savunmanın neresi kötüydü? Biz çocuklukta doğa ile iç içe yaşamayı öğrenmemiş miydik? Aslında bugün bu protestoyu düzenlemek zorunda olmak bile bir çelişki değil miydi? O nasıl böyle söyleyebilirdi? Aklım çok karışık, kalbim çok kırıktı. Merdivenlerden gelen ayak seslerinden annemin sesleri duyup endişelendiğini anladım. Annem odaya gelince başımı dizlerine koyup hem ağladım hem anlattım olanları. Annemin dizlerinde ağlarken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Son bir ümit cama koştum, soğuk havada incecik kıyafetimle sesim çıktığı kadar bağırdım:

-Hiçbir zaman siz kazanamayacaksınız. Doğa sizden öcünü alacak, dedim.

   Evet, ağaçları kesmeye başlamışlardı, dışarıdan gelen sesler onların sesleriydi. Biz ise hiçbir şey yapmıyorduk. Ben yaşadıklarımın etkisiyle evden dışarı çıkmak istemiyor, odamda vakit geçirmeyi tercih ediyordum. İşte Eda böyle bir anda geldi. Ona diyebildiğim tek şey:

-Ben sizi affetsem de doğa sizi affetmeyecek, oldu. Galiba Eda'yı affetmem biraz zaman alacaktı. O da bunu anlayışla karşılamaya hazır görünüyordu. Zaman gerçekten de her şeye ilaç olacak mıydı yaşayıp görecektik.

   Ağaç katliamının üzerinden 25 yıl geçti. Şimdi dışarıda tek tük ağaç var ve mevsim yaz olmasına rağmen hava buz gibi ve aniden dolu bastırıyor. Doğa bize en büyük cezayı iklim değişikliği ve kuraklıkla verdi. Doğa yalnızca kendi çıkarlarını düşünen insanlar yüzünden bize kötü bir son hazırlıyor. Doğa bizden öcünü alıyor. Belki hepimiz olanlarda bir şekilde suçluyuz ve gelecek kuşaklara verebilecek bir cevabımız da yok maalesef.

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 18.06.2021 - Güncelleme: 17.07.2022 16:24 - Görüntülenme: 246
  Beğen | 3  kişi beğendi